- Bölüm
(Erdoğan ile Pence görüşmesinden önce yazılmıştır)
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti kurulduğu 1923 yılından beri ayrılıkçı hareketler ile
mücadele etmektedir. Devletin kuruluş aşamasında ilan ettiği misakı milli
sınırları günümüzde Irak sınırları içinde kalan Musul ve Kerkük şehirlerini de
kapsıyordu, ancak stratejik açıdan çok önemli olan bu şehirleri tarafımıza
bırakmamak için İngiltere, Diyarbakır bölgesinde yaşayan Şeyh Sait isimli Kürt kökenli
vatandaşı ve beraberindekileri isyana yönlendirerek ayrılıkçı hareketlerin
fitilini ateşlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan Şeyh Sait
ayaklanması ve Ağrı bölgesindeki çatışmaları Tunceli olayları takip etmiştir. 1980 askeri darbesi sonrasında PKK terör
örgütü ilk silahlı saldırılarını yapmaya başlamış ve liderleri Öcalanın 1999
yılında yakalanıp cevaevine atılmasına kadar aralıksız saldırılarını sürdürmüştür.
2002 yılında gelen AK Parti iktidarı ile açılım süreci denilen sözde Kürt
sorununun çözülmesi görüşmeleri başlatılmıştır. Bu görüşmelerin içeriği
günümüzde hala tam olarak bilinmemektedir. Ancak 2015 yılında Ak Parti’nin tek
başına iktidarını kaybetmesinden sonra MHP’nin de desteği ile terör örgütünün
üstüne gidilmeye başlanmıştır. 2015 yılından itibaren daha önce yapılmadığı
kadar büyük operasyonlar ile yurt içinde ve şimdi günümüzde sınır dışında
teröre büyük darbeler indirilmiştir ve indirilmeye devam edilmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bağımsız ve egemen bir devlettir. PKK terör örgütünün sözde
Kürdistan haritası içinde gösterdiği Güneydoğu bölgemizi hendek operasyonları
sırasında yaklaşık 1000 şehit vererek bir kez daha egemenliği altına almış,
konumunu tartışmasız teyit etmiştir. Hendek operasyonları PKK’nın Türk
şehirlerini işgal etme amacını engellemiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ABD ve Avrupa’nın emperyalist saldırıları altındadır. 1915
yılında dönemin süper gücü olan İngiltere’yi Çanakkale savaşlarında mağlup eden
Türkler hemen sonrasında 1922 yılında İngiltere destekli Yunanlıları İzmir’den
denize dökmüş ve topraklarındaki işgale son vermiştir. 1945 yılında sona eren
2. Dünya savaşından sonra dünyanın yeni süper gücü haline gelen ABD, Türkiye’nin
gelişmesini engelleme, kısıtlama ve zayıflatma görevini İngiltere’den
devralmıştır.
2.
Dünya savaşından sonra dünyanın bir başka büyük gücü haline gelen Kuzey
komşumuz olan Rusya’nın Akdenize ulaşma emelleri korkusu bahanesi ile Nato
ittifakına giren Türkiye tüm devlet reflekslerini ABD’nin kontrolüne
bırakmıştır.
Akdeniz’in
en stratejik öneme sahip olan Kıbrıs adasına 1974 yılında yaptığımız askeri
harekat sonrasında ekonomimize ağır yaptırımlar uygulamış ve gerçekten
ülkemizin zor zamanlar geçirmesine sebep olmuştur. Bunun bedelini bir anlamda
1980 askeri darbesi ve sonrasında dayatılan neo liberal politikalar ve PKK
terör örgütü ile ödetmeye çalışmıştır. Bir ölçüde başarılı olan ABD, 1991
yılında Rusya’da yaşanan rejim değişikliğini fırsat bilerek Ortadoğu’yu baştan
aşağıya yeniden şekillendirecek olan BOP projesini devreye sokmuştur.
BOP
projesinin ana amacının Ortadoğu’da İsrail devletine destek olarak ve direkt
ABD ile İsrail’e bağlı bir Kürdistan devleti kurdurmak olduğu bugün herkes
tarafından bilinmektedir. ABD’nin bu kendisine göre çok önemli projesi Rusya’nın
ve İran’ın etkili karşı müdahaleleri ile planlandığı gibi yürümemiştir. Ak Parti
iktidarının ABD destekli Fettullahçı terör örgütü ile olan ortaklığının
bozulmasının ardından uygulamaya başladığı milli politikalar sayesinde Rusya
ile yakınlaşması ve Türk Ordusu’nu etkin ve gerektiği gibi kullanmaya
başlayabilmesi ile BOP projesi mağlup edilmiştir.
Bugün
yapılmakta olan Barış Pınarı Harekatı son derece önemlidir, gereklidir ve
yerindedir. Hiç bir ülke sınırının tam dibinde kendi ülkesini bölmeyi ve toprak
kapmayı amaçlayan silahlı bir örgütlenmeye izin vermez.
Kürtler
de Özbekler, Tacikler, Kırgızlar, Kazaklar, Azerbaycan Türkleri gibi
Turanidirler. Yani Türklük mefkuresine sahiptirler. Batı emperyalizminin 100
yıllık aralıksız propagandası ve Türkiye’nin bu propaganda karşısında zayıf
kalması sonucunda bugün Kürt etnik topluluğunun önemli bir bölümü kendisini
ayrı bir ırk olarak tanımlamaktadır ve silahlı mücadele ile Türkiye’ye karşı
sonuç alabileceklerini sanmaktadırlar. İlginç ve tuhaf olan, kurmayı
istedikleri Kürdistan’ın bağımsız olacağını savunmalarıdır. ABD ve İsrail
tarafından kurdurulmak istenen bir devletin nasıl bağımsız olabileceğini
tartışmaya bile gerek duymuyorum.
Bugün
Ak Parti’nin dış politikaları yerindedir ve doğrudur. Cumhuriyetin kuruluş
değerlerine, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına dönüş yaparak ülkemizi çok daha
parlak bir geleceğe taşıyabileceklerini anlamış gözüküyorlar. Osmanlı İmparatorluğu
zamanında bile Araplarla bir sürü sorun yaşadığımızı göz ardı etmek ahmakçadır.
Araplar hiç bir zaman tarih boyunca Türk egemenliğini seve seve kabul
etmemişlerdir. Mısır’ın kaç kez isyan ettiğini okumak yeterli olacaktır. Kudüs ve
Medine savaşlarında Osmanlı’ya asker vermemeleri ve Türkleri dünya savaşında
yalnız bıraktıkları unutulmamalıdır.
Günümüzde
ABD’nin karşısında Çin gibi dev bir rakip (sorun) bulunmaktadır. Ortadoğu
bölgesinde Rusya gibi büyük bir askeri ve siyasi güç ile yine Türkiye ve İran
gibi binlerce yıllık devlet geleneği olan çok büyük ve önemli iki tarihsel güç
bulunmaktadır. Bu bölgede bu 3 önemli gücün istemediği hiç bir senaryo
gerçekleştirilemez. ABD bir yanda Çin ile uğraşırken ve hatta AB ile rekabet
ederken diğer yandan 3 büyük güç ile mücadele edemez. Dolayısıyla ABD’nin
bölgeden çekilmekten başka bir seçeneği yoktur. ABD’nin bölgedeki müttefikleri
Mısır ve Suudi Arabistan ikisi birden bırakın Türkiye’yi bir İran bile yapmazlar.
İsrail’i saymaya gerek bile yok çünkü zaten İsrail demek ABD demektir.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın 6 Türk Devleti ile Türk Konseyine katılması çok önemlidir. Türk Birliği
kurmak hiç daha önce bu kadar yakın olmamıştı.
Türk
Ordusu beyan edildiği gibi Kuzey Suriye’de 30km derinliğinde güvenli bölgeyi
kuracaktır, bunu engelleyebilecek bir güç gözükmemektedir. Elbette Rusya, İran
ve Suriye ile görüşerek ilerlenecektir. Bu 3 ülke Türkiye’yi bu konuda
destekleyeceklerdir. Unutulmamalıdır ki, ABD Türkiye sayesinde bölgeden
çekilmiştir, tamamen çekilecektir.
Türkiye
tarihte defalarca görüldüğü gibi dünya üzerinde oyun değiştirici bir güçtür.
- Bölüm (Erdoğan ile Pence görüşmesinden sonra
devam edilmiştir)
Sn.
Erdoğan ile Pence’in görüşmesi sonucunda bir anlaşmaya varıldığı açıklandı ve
13 maddelik bir bildiri ile anlaşmanın içeriği yayınlandı. Bu maddelerde
güvenli bölgenin nerede başlayıp nerede biteceği ile ilgili herhangi bir ibare
bulunmamaktadır. Gerçek bir anlaşmada misal, “Tel Abyad ie Kamışlı arasındaki
bölge veya Ayn El Arab ile Irak sınırı arasındaki bölge” gibi net bir ibare
olması gerekmektedir. Böyle bir net tutumun olmaması güvenli bölgenin
sınırlarının bütün taraflar tarafından kendi çıkarlarına göre sağa sola
çekiştirileceği bellidir.
Eğer
beyan edilen 120 saat içinde Türkiye’nin en baştan hedeflemiş olduğu gibi Tel
Abyad ile Irak sınırına kadar olan bölgede 30km derinliğe kadar bütün terör
unsurları ağır silahlarını alarak ve tahkimatı imha ederek çekilirlerse ve
sonrasında başta ABD olmak üzere bütün koalisyon ülkelerinin de yardımı ile bu
bölgeye yeni binalar inşa edilerek en az 2 milyon Suriyeli göçmenin yerleşmesi
sağlanırsa işte o zaman Türkiye’nin bu anlaşmadan zaferle çıktığını
söyleyebiliriz. Ancak böyle bir kazanımın elde edilmesinin çok zor olduğu
gözükmektedir.
Birinci
bölümün sonunda belirtildiği gibi harekat sürecinin en başından beri Rusya,
İran ve Suriye ile görüşerek yürütüldüğünü varsaymıştık çünkü aksi durumda
böyle bir harekata girmek son derece anlamsız ve yanlış olacaktı. Ancak Rusya
ile Suriye’nin köşe kapmaca oynar gibi ABD’den boşalan Mümbiç ve Kobani’ye
anında girmesi dengeleri değiştirmiş olabilir ve bunun sonucunda Sn. Erdoğan;
ABD’nin planını kabul etmek zorunda kalmış olabilir.
ABD
bu anlaşma ile yeniden oyalama yoluna girebilir ve bu defa harekatın
sıcaklığını ve ivmesini yitirdiğimiz için aynı etkide devamını
sağlayamayabiliriz yani aralıksız devam etmesine göre görece daha az yarar elde
edebiliriz. Ypg kendisinin ABD tarafından korunup kollandığını gördüğü için veya başta bir deyişle ABD tarafından
satılmadığını gördüğü için moral kazanacaktır.
Anlaşmanın
bu hali ile uygulanması durumunda ise teröristler ağır silahları ile 30km
güneye inecekler ve orada güçlenmeye ve eğitimlerine devam edeceklerdir. Çekilmiş
oldukları ilçelerde ise yine kendi adamları silahsız olarak otoritelerini devam
ettireceklerdir. Yani teröristlerin çekilmiş olacakları ilçelerin yönetimi TSK’da
olmayacaktır. Bu durumda teröristlerin çekilmelerinin bile bir anlamı yoktur.
Uzun
sözün kısası, güvenli bölgenin nereyi kapsadığı net olarak ortaya konmalıdır ve
mutlaka bölgeye en az 2 milyon Suriyeli göçmen pek çok ülkenin maddi desteği
ile yapılacak olan konutlara yerleştirilmelidir. Bu gerçekleştirilmezse veya bu
yolda ilerlenemezse bu anlaşmanın başarılı olduğunu söylemek pek inandırıcı
olmayacaktır.
Ek
olarak Putin ile yapılacak görüşme çok önem taşımaktadır çünkü eğer Mümbiç ve
Kobani’ye girmemiş olsalar dengelerin farklı oluşacağını ve ABD ile bir
anlaşmaya ihtiyaç duymayacağımızı düşünebiliriz.
Son
söz olarak şunu da belirtelim, eğer bu anlaşma bizim lehimize tam olarak
uygulanmazsa bu yazının ilk bölümünde vurguladığımız Türk Konseyi işbirliği ve
bu bölgede Türkiye, Rusya, İran’ın ortak hareketi ile istemediği hiçbir proje
yürümez lafları havada kalacak, etkisini ve geçerliliğini yitirecektir.